Mekanlara canlılık verenin insanlar olduğunu en iyi pandeminin ıssızlığında anlamıştım. Şikâyet ettiğim kalabalıklar, insanlar, trafik bir anda yerini ıssızlığa terk etmişti. İnsan insana tehditti, terk edilmiş sokaklarda güvercin ölüleri vardı ve hekimlik görevimi kesintiye uğratamadan, evde kapatıldığımıza mızmızlanamadan, güvensiz işime kahraman olmak istemeden gidiyordum. O günlerin hesaplaşmasını ne içimizde ne toplumsal olarak yapamadık. Hayat hızla, itiş kakış devam ediyor. Bu hafta bahsedeceğim oyunun pandemiyle hiçbir ilgisi yok. Sadece o ıssız sokakları, kafeleri gene insanların dolduruyor olmasına gülümsediğim bir günde yazıyorum yazımı. Belki de az sonra tiyatro sahnesine dönüşecek bir kafede.
Oyunumuzun adı Tebdil. Gün ışığında sıradan bir Balat kafesi, kahve içtiğiniz, arkadaşınızla dedikodu yaptığınız, randevulaştığınız, kitap okuduğunuz, soru çözdüğünüz, fiyatlara erişemediğinizden camından bakıp geçtiğiniz bir yer. Kafanızı kaldırıp buradan başka ne olur, tiyatroya döner mi diye aklınızın ucundan bile geçmeyecek bir mekân Ahmet Sami Özbudak için bir sahne olmuş bile. Sanırım Özbudak için ‘‘tüm dünya bir tiyatro sahnesi’’ ¹ Çokça ödülün sahibi yazar, yönetmen, gerçek bir tiyatro işçisi Özbudak mekâna özel (site-spesifik) oyunlar yaratmakta bir usta. Yeni projesi olan Tebdil’de de balkabağından sihirli bir araba yapmamış ama oyun saati süresinde mekâna o sihirli değneğini dokundurup Pops Balat’ı bir tiyatro alanına dönüştürmüş.
Özbudak için farklı mekanları tiyatro sahnesine çevirmekte usta derken boşuna demiyorum. Bu köşemde sizi selamladığım ilk yazım, Kumkapı’da Surp Vortvots Vorodman Kilisesi’nde sahnelenen Gomidas ya da bir apartman katının salonunda oynanan, Mutluyduk Belki Bugüne Kadar, Pera Palas’ın yüzme havuzunda Red Speedo yönetmenin aklıma hızlıca gelen mekâna özel oyunlarından.
Bu tarz işlerin en etkileyici yanı mekânın da esere bir karakter olarak dahil oluşu. Tabi ki bunu ustaca seçmek ve uygulamak koşuluyla. Siz okuyucularımı farklı tiyatro anlayışlarıyla da tanıştırtmak adına Balat Monologlar Müzesi’nden de bahsetmek isterim. Özbudak, bu fikrin başlatıcılarından. Balat’ta, sanki müzede, sergide gezer gibi eski bir binanın odalarında, isteyenin girdiği mekândaki oyunlara bir göz attığı, isteyenin de tekrarlanan çalışmaların bazılarını baştan sona seyrettiği, 2016’dan bu yana başarıyla devam eden, gelişen başka bir proje.
¹ W. Shakespeare, Beğendiğiniz Gibi oyununda geçen, İnsanın Yedi Çağı şiirinden.
Yazar ve yönetmen Özbudak semt olarak Balat’ı seviyor. Yeni projesi Tebdil de Balat’ta sahnelenen ve orada yeşeren bir hikâye. Bir şeyi, doğal halinden başka bir hale getirmeye ve görünümünü değiştirmeye tebdil deniyor. Oyunu seyrettikten sonra bu işi daha iyi anlatacak başka bir isim olamazmış gibi geliyor insana. Konu şöyle:
‘‘Tebdil, farklı dünyalara ait ikiz kardeşlerin (Talat & Süleyman) yıllar sonra gizemli bir davetle birbirlerinin yaralarına dokunmasıyla başlar. Balat’ta kendi küçük krallığını kurmaya çalışan Süleyman ve onun can dostları Maviş ve Hakkı hayatın eğlenceli bir o kadar karanlık taraflarında gezinir. Bu kafadarların günübirlik rutinine tanıklık ederken bir gün Zeynep her şeyi altüst edecek bir teklifle kapıdan içeri girer. Bu davetsiz misafir hem geçmişi hem de Süleyman ve Talat’ın karanlık tarafını kazmaya başlar. Böylece Süleyman’ın Nilay ile yıllanmış ve çalkantılı aşk serüveni de sekteye uğrar. Bir yandan aşk serüveni diğer yandan hesaplaşmalar tüm dengeleri altüst eder. Seyirci için bir tarafta olmak imkânsızlaşacaktır.’’
Oyunun tanıtım yazısı böyle ve merakınızı cezbetmek için oldukça yeterli. Oyunun içindeki detayları seyir keyfini bozmamak için yazmıyorum. Oyundan önce bilmeniz gereken tıbbi terimleri ise spoiler olarak şuracığa not düşüyorum. Nihayetinde yazılarımı takip etmenizin bir ödülü olmalı değil mi? Tek yumurta ikizi; döllenen bir embriyonun anne rahmine tutunmadan hemen önce ikiye bölünmesi ile oluşan, birbirine tıpa tıp benzeyen, eş ikizlik halidir. Progeria hastalığı; gen dizilimindeki bir mutasyon (bozukluk) nedeniyle ortaya çıkan nadir, ölümcül bir çocukluk hastalığıdır. Bu hastalığa sahip çocuklar hızlıca yaşlanırlar ve 12-14 yaş aralığında yaşamları son bulur.
Oyunun hikayesinde kurgusal karakterler ve gerçek bir olay var. Ayrıca bilim var, duygu var, gündelik yaşam var, politik dokunuşlar var, hınzır gülmece anları ve tüylerinizi ürperten hisler var. Bir oyundan bekleyeceğiniz her şey metinde tutarlı, iyi örülmüş ilişkiler ve karakterlerle veriliyor. Diyaloglar öylesine akışkan ve sahici ki kapıdan hızla giren bıçkın Maviş ya da Hakkı’nın sokaktan gelen sıradan insanlar olduğunu düşünmeniz çok olası. Hiç oyuncuya benzemeyen, çakal tipler. İstenilen profesyonellik bu anlamda tam not alıyor. Mekânın dışına taşan, camdan tanık olduğunuz mizansenler, sokakta akan günlük yaşamda çöp kamyonun çöpleri alması, motosiklet sesleri, kafenin içine bakan insanlarla göz göze gelmeniz, hepsi kafenin içinde devam eden oyun sırasında eş zamanlı yaşanıyor. Bu anlamda oyunun trafiği çok zekice kurgulanmış, her an ve her santimetre kare oyunu çoğaltmaya hizmet etmiş.
Sadece seyirciler değil oyuncular için de muhteşem deneyimlere açık bir oyun. Oyunu yaz, kış, yağmur, çamur demeden oynayacak oyuncuları bakalım ne sürprizler bekleyecek? 40-50 oyun sonra bu soruyu onlara sorup, Balat onlara ne ekledi, oyun sırasında oyuncular dışarıda nelere şahit oldu öğrenmek isterim.
Işık kullanımı, hareket tasarımı, kostüm, müzik artık tiyatro oyunlarının ihmal edilemez unsurları. Mesela müzik tercihleri çok isabetliydi. Kafe deyip ışık pas geçilmemişti.
Oyun, üst katta yaşayan kafenin gerçek sahibinin kafeyi kapatmak üzere olmasıyla başlıyor. İşte bu bir Özbudak dokunuşu, lütfen not edelim. Hareket alanı küçük olan oyunun öyle bir temposu var ki oyuncular daracık alanda harikalar yaratılıyor. Dış mekân kullanımıyla oyunun sahnesini genişliyor, uzamda farklı açılardan seyir keyfi veriyor. Gerçek zamanı, şimdiyi kullanıyor ve sokakta olan her şey oyuna hizmet ediyor. Seyirci kendini kafe ortamından soyutlayamadığından tanık olduğu olayların bir parçası oluyor. Oyun öyle bir çarpıyor ki insanı, sokağa çıktığınız da hiç kopmamış olduğunuz Balat sokaklarında Hakkı, Maviş, Süleyman ya da Nilay’la çarpışmanız çok olası. Balat’ın o tedirgin eden tarafı ensenizde, insanlarla dolu, telaşlı halinin içinden yürüyüp giderken oyun hala peşinizden sizi takip ediyor.
Ekibin oyuncuları çok başarılı, tek tek hepsini kutluyorum. Kadroda Fehmi Karaarslan, Özge Borak, Gülşah Fırıncıoğlu Yaşar, Burak Üzen ve Erkan Akbulut yer alıyor
Dramaturjisini Sinem Öztürk’ün üstlendiği oyunun müzikleri Çiğdem Erken imzası taşırken, ışık tasarımı Yasin Gültepe’ye ait. Yazar ve yönetmen Sami Özbudak, oyunun yapımcısı ise tiyatrolar.com.tr’nin kurucusu Murat Temel.
Oyun samimi. Yazılma aşamasından itibaren her anı, her satırı düşünülmüş, Balat semti iyice solunmuş, mekân aranmış, oyuncu tercihleri doğru yapılmış, iyi prova edilmiş, kahkahanızı da hüznünüzü de esirgemeyeceğiniz, şaşırtan, hayran bırakan bütünlüklü bir iş. Karaaslan’ı da epey yoran son bölüm bana biraz fazla gelse de yazar belli ki çok sevmiş, oyuncu da hakkını veriyor, bu durumda bana notumu buraya ekleyip, susmak düşer. Seyirci kapasitesi sınırlı olduğu için biletleri hızlıca tükenen bu oyunu listenize mutlaka alın derim.
Sokaklarda güvenle gezmekte güçlük çektiğimiz şu günlerde Balat’a farklı renkler kazandıran, tiyatromuz farklı soluk olan Özbudak ve ekibini tebrik ediyorum. Alkışınız çok olsun. İyi pazarlar.